
Evrim hipotezi son iki yüzyıl içinde ortaya atılmış bir hipotez olmamakla birlikte bir yaratıcının varlığını reddeden dogmatik bir inanç olarak Sümerler’e kadar uzanmaktadır (Ör.Sümerler dönemine ait Enuma-İliş adlı yazıt). Evrim neden bilim değilde dogmatik bir inançtır? Çünkü bilim tekrarlanabilen gözlemleri ve test edilebilen hipotezleri içeren bir sorgulama sürecidir. Doğrulanabilen gözlemler ve ölçümler buluş biliminin verileridir. Bilimin öncelikli konusu gerçekleri biriktirmek değildir. Doğrulanabilen gözlemler ve tekrarlanabilen deneyler ancak bunları birbirine bağlayan teorilerle anlam kazanır.
Peki hipotez nedir? Bir soruya verilen geçici cevaptır, bir açıklama denemesidir. Deney hipotezi doğrulamamış ise burada teori iddiası tamamen bitiyor. (Bkz. Resim 1)
Resim 1

Gelelim tekrar evrim hipotezine! Günümüzde savunulduğu şekliyle evrim hipotezi, amatör bir İngiliz doğabilimci olan Charles Darwin’in Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı kitabının 1859’da yayımlamasıyla ortaya çıkmıştır. O, kitabında günümüzde yaşayan türlerin atasal türlerden köken aldığını ve canlıların nasıl evrimleştiklerini açıklamak için doğal ayıklanma hipotezini ortaya atarak, bireylerin farklılığı ve hayatta kalış mücadelesini bu görüşüne bağlamıştır. Kitabının başlığında bile vurgulanan iddia budur: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla. Ve ona göre, doğal seleksiyon, doğada daimi bir yaşam mücadelesi olduğu ve bu mücadele hayatta kalanların hep “güçlü ve doğal şartlara uygun” canlılar olacağı varsayımına dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında olan bir geyik sürüsü içinde, doğal olarak hızlı kaçabilen geyikler hayatta kalacaktır. Doğal olarak da bir süre sonra bu geyik sürüsü, hızlı koşabilen bireylerden ibaret hale gelecektir. Peki, bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir başka canlı türüne dönüştürür mü? Zayıf geyikler elenir, güçlüler hayatta kalır, ama sonuçta geyiklerin genetik bilgisinde bir değişiklik olmadığı için, bir “tür değişimi”gerçekleşmez. Geyikler ne kadar seleksiyona uğrarlarsa uğrasınlar, geyik olarak yaşamaya devam ederler. Geyik örneği tüm türler için geçerlidir. Doğal ayıklanma sadece bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireyleri ayıklar, her kuşaktaki kalıtsal değişikliklere sebep olmaz. Ayrıca doğadaki bir takım etkiler, basit cansız elementlerden son derece karmaşık ve kusursuz tasarımlar ortaya çıkarmamışlardır. Bu iddiayı ele alırken, öncelikle doğada gerçekten böyle bir güç olup olmadığına bakmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, böyle bir evrimi gerçekleştirebilecek doğal mekanizmalar var mıdır? Doğal seleksiyon yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çıkaramaz. Zaten Darwin kendisi de bu gerçeği “faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz” diyerek kabul etmiştir. Ve hipotezden başka bir şey olmadığını anlayan, ama bunun üzerine Darwin’e ve evrim inancına sadakat göstermekte kararlı olan bir grup bilim adamı, 1941 yılında Amerikan Jeoloji Derneği’nin düzenlediği bir toplantıda biraraya geldiler. G. Ledyard Stebbins ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartışmalar sonucunda vardıkları sonuç, Darwinizm’e yeni bir düzenleme, aslında ise “yama” yapmak oldu. Bu kişiler, Darwin’in açıklayamadığı ve Lamarck’a dayanarak halletmeye çalıştığı “canlıları geliştiren yararlı değişikliklerin kaynağı nedir?” sorusuna, “rastgele mutasyonlar” (günümüzde yeni söz olarak random kullanılıyor) cevabını verdiler. Darwin’in doğal seleksiyon tezine mutasyon kavramını ekleyerek yeni bir hipotez ortaya attılar. Bu yeni hipotez “neo-Darwinizm” veya Dobzhansky’nin ifadesiyle “sentetik teori” (synthetic theory) olarak anılmaya başlandı. “Modern sentez” (modern synthesis) veya “Evrimci sentez” (evolutionary synthesis) deyimlerinin temelinde Darwinizm’in genetikle birleştirme eylemi idi. Ama bu iki kavrama zıt olan ve ayrı kanat olarak evrimi çalışan biyologlar arasında doğal seleksiyonu ön plana çıkartan seleksiyoncu (selectionism) düşünceye sahip olanlar (bunlar mutasyonların evrime katkı sağlaya bileceğine inanmazlar), ve buna karşılık “moleküler evrimin nötral teorisi”nin savunucuları (neutral theory of molecular evolution) da vardır. Ama genel eğilim ise doğal seleksiyonun yanına, genetik bilgiyi değiştiren bir etken olarak mutasyon mekanizmasını ekleyerek neo-Darwinizm adı altında Evrim teorisini (hipotezini) savunmaktır. Zira burada teori iddiası için yine de deneysel kanıt sunulmamıştır. Sonuç olarak bugün evrim teorisi olarak tanımladığımız neo-Darwinist modelin temel iddiası ise şöyledir: “Doğal seleksiyon ve mutasyon birbirlerini tamamlayan iki mekanizmadır. Evrimsel değişikliklerin kaynağı, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Mutasyonların sebep olduğu özellikler, doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla seçilir, böylece canlılar evrimleşirler.”
Bu senaryoyu da biraz incelediğimizde ise, aslında ortada yine somut bir “evrim mekanizması” bulunmadığını görebilirsiniz. Çünkü ne doğal seleksiyon ne de mutasyonlar, türlerin evrimleştikleri ve birbirlerine dönüştükleri iddiasına en ufak bir bilimsel katkıda bulunmamıştır ve bulunmamaktadır.
Mutasyonları bir sonraki makalelerde detaylı ele alacağım. Ancak öncelikle neo- Darwinizm kavramını biraz daha ayrıntılı olarak inceleyelim ve çelişkilerini ele alalım. Böylelikle iki temel mekanizma ile: “Doğal seleksiyon” ve “mutasyon” olarak öne sürelen evrim hipotezinin detayları sonraki makalelerde yer alacak.