
Fosiller çok uzun zaman önce dünyada yaşamış olan bitki ve hayvanların günümüze ulaşmış kalıntılarından meydana gelen oluşumlardır. Örneğin Kültür Turları kapsamında ziyaret ettiğimiz Denizli’de 9 milyon yıl öncesine ait gergedan, tilki, zürafa ve at izlerine rastlanmıştır. Bir bitki ya da hayvan, açıkta uzun süre kalmadan kum ve çamur gibi tortulların içine gömülürse fosilleşme için uygun koşullar oluşmuş diyebiliriz. Bu canlılar binlerce yıl sonra kayaç sertliğindeki fosillere dönüşerek katmanlaşırlar. Hatta fosiller için hayvan ve bitkilerin kabuk, iskelet ve odunsu yerleri gibi sert bölümlerinin oluşturduğu kalıntılar da diyebiliriz. Yüz milyonlarla yıl öncesinde çekilmiş bir fotoğrafa bakmaya da benzetebileceğimiz fosiller aynı zamanda bizlere bir çok bilgi verebilmektedir. Bunlardan bir kaç tanesi ve en önemlileri ise yerkürenin tamamen şimdiki halinden farklı olduğu bir dönem hakkında bilgi verebiliyor olması ve bu bilgilerden yola çıkarak geleceği ön görebilmemizi sağlamasıdır. Örnek verecek olursak şu ana kadar bulunan en eski bakteri fosili 2016 yılında 3.77 milyar yıl öncesine ait bir bakteri fosili olarak bilinmekteyken, yapılan son araştırmalar sonucunda Kanada’da 4.2 milyar yaşında başka bir bakteri fosili bulunmuştur. Milyarlarca yıl öncesinden bu yana bize bilgi aktarımı sağlayabilen fosiller elbette yalnızca bu kadar basit kalıntılar değil. Gelin biraz daha detaylı inceleyelim..
Fosil Türleri Nelerdir?
Fosiller üzerinde çalışan bilim insanları, yani fosil bilimciler buldukları fosilleri 3 ana başlık altında incelerler. Tıpkı biyologların canlıları balık, hayvan ve bitki olarak sınıflandırdığı gibi sınıflandırırlar. En eski ve sık bulunan fosillerden bazıları, kum ve çamur tabakalarının oluşturduğu deniz tabanında yaşamış canlı kalıntılarından oluşur. İşte bunlara ” Balık Fosilleri ” adı verilir. Deniz tabanında bulunmaları nedeniyle hızla tortullarla kaplanırlar ve böylece daha kısa sürede fosilleşebilirler. Bu nedenle de en çok kabuklu deniz canlıları ile iskeleti olan ve kalın pullara sahip bazı balıkların fosilleri daha fazla bulunmaktadır. Bir diğer fosil türü olan ” Hayvan Fosilleri ” ise et, deri, tüy, kemik, kabuk, kürk gibi kalıntılardan daha fazlasına sahip olan fosillerdir. Ancak her ne kadar detaylı kalıntılar barındırıyor olsa da topraktaki kimyasallar sebebiyle kolayca tahrip olabilen hayvan ve kuş fosilleri, bir zamanlar suyla kaplı olan bölgelerde bulunabilmektedir. Ve tüm hayvan fosilleri söz konusu olmamakla birlikte araştırmalar sırasında bazı fosillerin hiç bir şekilde tahrip olmadan bütün bir iskelet halinde bulunduğu da kayıtlara geçirilmiştir. ” Bitki Fosilleri ” ise ağaçta bulunan ve genelde sert olan tohumların ve tahta kısımlarının kalıntı haline dönüşmesi ile oluşan fosillerdir. Bilinen en eski ağaç fosilleri 245 milyon yıl önce yaşamış olan Gingko ağacına aittir ve bu ağaç günümüzde de yetişebilmektedir.
Bulunan Fosiller Nasıl Çıkarılır?
Bu nadide doğa kalıntıları keşfedildikten sonra onları fosilleştikleri ortamdan ayırmak için epey bir uğraş verilmekte. Fosil uzmanları olarak bilinen paleontologların herhangi bir fosil keşfinde yapacakları ilk şey fosilin bulunduğu kayayı dikkatle temizlemektir. Bir sonraki adımda ise fosili oluşturan kemik parçalarının tek tek fotoğraflarını çekerler. Bunu yapma sebepleri ise en son fosili tamamlarken bir sorun çıkmaması içindir. Bu aşamayı bir nevi puzzle gibi düşünebiliriz. Hemen ardından ise özel aletlerle kemiklerin ölçümü yapılır ve bu ölçüm sonuçları kayıt altına alınarak fosili bulunduğu kayadan ayırma işlemine geçilir. En meşakatli olan bu adım da tamamlandıktan sonra çıkarılan kemik parçaları kağıt plasterlerin üzerine bırakılır ve kuruması beklenir. Daha sonrasında zarar görmemesi için plasterlere sarılırlar ve müzeye doğru yola çıkarlar. Bu aşamada önceden tek tek fotoğrafı çekilen parçalar birleştirilir veya bulunan fosil kemik değil ise bulunduğu kaya ile birlikte sergilenmeye başlar. Fosilleşmiş kalıntıların birçoğunda canlılık yok olduğundan bulunan fosilin hangi canlı türüne ait olduğunu tespit edebilmek için Biyoloji biliminden faydalanılır. Ve son olarak fosilin kaç yaşında olduğunu öğrenebilmek için ise “Karbon-14” testi yapılır.
Fosiller Bizlere Ne Anlatır?
Her zerresiyle merak uyandıran dünyamızı anlamlandırabilmenin ve dünyamızın oluşma dönemi hakkında bilgi sahibi olabilmenin bir yolu da fosilleri incelemekten geçer. Dünyamızın eski yaşına dair önemli bilgiler içeren fosiller aynı zamanda bulundukları yerin geçmiş zamandaki coğrafi durumu hakkında da fikir sahibi olabilmemizi sağlamaktadırlar. Örneğin denizlere ait olan bir canlının fosili karada bulunmuş ise, bu bölgenin bir zamanlar aslında sulak bir bölge olduğuna dair bilgi sahibi olabiliriz. Ayrıca fosil hareketleri bizlere kayaçların zaman içerisindeki hareket durumu hakkında da büyük bir ipucu vermektedir. Bir diğer önemli özellikleri ise bulundukları bölgenin iklimi hakkında da bilgi verebiliyor olmalarıdır. Sıcak iklimlere ait olan bir fosilin günümüzde soğuk iklime sahip bir bölgede bulunmuş olması, bölgenin zaman içerisinde nasıl bir iklim değişikliğine uğradığını göstermektedir. Ve hepimizin bildiği bir özellik daha. Fosiller, geçmiş zamanda yaşayan farklı canlı türlerinin varlığından haberdar olabilmemizi sağlar. Fosil denen bir şey olmasaydı bu dünyada örneğin; trilobit denen bir canlının var olduğunu bilemeyecektik.
Gelelim evrim teorisi ve fosiller konusuna;
Evrim teorisi bütün canlıların birbirlerinden türediklerini iddia eder. İddiaya göre, oluşan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız ara türlerin oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Evrim teorisine göre geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdırlar. Evrim teorisini savunanlar geçmişte yaşamış olduğuna inandıkları bu hayali yaratıklara “ara-geçiş formu” adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ayrıca bu garip canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazım. Darwin, Türlerin Kökeni’nde bunu şöyle açıklar:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır… Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.
Ancak Darwin, bu ara form fosillerinin bir türlü bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir engel oluşturduğunu da görmüştü. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının “Teorinin Sorunları” (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz… Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.
Darwin’in bu büyük engel karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz oluşuydu. Darwin, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını düşünmüştü.
Darwin’in bu sözlerine inanarak, 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yaparak bu ara geçiş formları aranmaya başladı. Ama aranan ara geçiş formlarına asla rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, beklenilenin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Evrimci bilim adamları, teorilerini kanıtlamaya çalışırlarken, onu kendi elleriyle yanlışlığını ortaya koymuşlardı.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek V. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle kabul eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.
Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki şu yorumu yapar:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur… Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin’in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Bu beklenmedik durum, türlerin Allah tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır.
Fosil kayıtlarındaki bu boşluklar, yeterince fosil bulunamadığı ve bir gün aranan fosillerin ele geçeceği gibi bir avuntuyla da açıklanamaz. Amerikalı paleontolog R. Wesson da, Beyond Natural Selection (Doğal Seleksiyonun Ötesinde) adlı kitabında “fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek” olduğunu şöyle açıklıyor:
Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise anidir.
Bilim adamlarının da ifade ettiği gibi, fosiller evrimin hiç yaşanmadığını, canlıların aniden ortaya çıktıklarını (yaratıldıklarını) gösteriyor
Bir yanıt bırakın