Evrende Tesadüf Mümkün Değildir-2

Paylaşım

Evrendeki bütün gök cisimlerinin dağılımı, insanın yaşamı için tam olması gereken yapıdadır. Örneğin uzayda büyük boşluklar vardır. Amerikalı astronom George Greenstein, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) isimli kitabında gök cisimleri arasında belli uzaklıkların olmasının önemini şöyle açıklar:

Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan “ben” olmazdım… Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır. (George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 21)




Dünyada var olan ortamın yaşam açısından uygunluğu tesadüflerle asla açıklanamayacak kadar hayranlık uyanırıcı özelliklere sahiptir. Harvard Üniversitesi biyolojik kimya bölümü profesörü Lawrence Henderson bu durumu şöyle dile getirmiştir:

Çevre, temel özellikleriyle (yani canlıları oluşturan çeşitli kimyasallar ve fiziko-kimyasal işlemler ile hidrosferin fiziksel ve kimyasal özellikleri yönünden) yaşam için olabilecek en uygun çevredir.(Lawrence Henderson, The Fitness of the Environment, Boston: Beacon Press, 1958, önsöz)

Dünyadaki suyun miktarının dahi canlıların yaşamasına en uygun şekilde yaratıldığını  18. yüzyıl Ingiliz doğabilimcisi John Ray bu durumu şu sözlerle ifade etmiştir:

“Eğer Dünya üzerinde şimdi olduğunun yarısı kadar deniz olsaydı, o zaman su buharı miktarı da şimdikinin yarısı kadar olacaktı, dolayısıyla biz de kuru toprakları beslemek için şu an sahip olduğumuz nehirlerimizin ancak yarısına sahip olacaktık, çünkü su buharının miktarı, üzerinden yükseldiği yüzeyin genişliğiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla Yaratıcı, bunu öyle bir şekilde düzenlemiştir ki, denizler, karalar için gereken su buharını temin etmeye yetecek bir genişliğe sahiptir.” (John Ray, The Wisdom of God Manifested in the Word of Creation, 1701; Michael Denton, Nature’s Destiny, s. 73)

Bütün bunları tesadüflerin meydana getirdiğini iddia edebilmek için bir insanın akıl ve vicdandan tamamen uzaklaşması gerekir.

Moleküler biyolog Michael Denton:

“Eğer akışkanlığı daha yüksek olsaydı, su, hayat için uygun bir temel olma özelliğini kesinlikle yitirirdi. Örneğin akışkanlığı sıvı hidrojen kadar yüksek olsaydı, canlıların yapıları, tahrip edici etkiler karşısında çok daha şiddetli hareketlere maruz kalacaktı… Hassas moleküler yapıların su tarafından desteklenmesi mümkün olmayacak, canlı hücresinin son derece hassas olan yapısı yaşamını sürdüremeyecekti…

Öte yandan, suyun akışkanlığı biraz daha az olsaydı, (proteinler, enzimler gibi) makromoleküllerin ve özellikle mitokondri gibi özelleşmiş yapılar ile küçük organellerin kontrollü hareketleri imkansız hale gelecekti. Aynı şekilde hücre bölünmesi de imkansızlaşacaktı. Hücrenin tüm yaşamsal faaliyetleri fiili olarak donacak ve bizim bildiğimize benzer bir hücre yaşamı mümkün olmayacaktı. Hücrelerin embriyogenez (anne rahmindeki gelişim) sırasındaki hareket etme ve sürünme yeteneklerine bağlı olan daha yüksek organizmaların gelişimi ise, suyun akışkanlığının çok az bile daha düşük olması durumunda, kesinlikle gerçekleşemeyecekti.” (Michael Denton, Nature’s Destiny)


Yeryüzünde var olan su, bir döngü içinde sürekli olarak yeniden kullanılır hale gelerek insanların, bitkilerin ve hayvanların hizmetine sunulur. Ayrıca yeryüzündeki su Güneş’in ısısı sayesinde “arındırılmış olarak” buharlaşır. Buhar atmosferde yoğunlaşıp bulut halini alır, sonra da yağış şeklinde Dünya yüzeyine tekrar geri döner. Örneğin bir yılda Dünya’nın ekvator bölgesinden yaklaşık altı-yedi yüz milyon ton suyun buharlaşıp havaya yükseldiği, burada kuzey ve güney kutup bölgelerinin yakınlarına taşındığı, sonra da yağmur yoluyla temiz su olarak yeniden denizlere döndüğü hesaplanmıştır.

Bahsettiğimiz bu dönüşüm olmamış olsaydı, yani su buharlaşıp yeryüzüne geri döneceğine yok olsaydı hiç kuşkusuz bu durum canlılığın sona ermesi için yeterli bir sebep olurdu.