Benzer (homolog) Organlara Sahip Canlılar Evrime Delil Değildir

Paylaşım

Homoloji (Köken Birliği)

Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide “homoloji” olarak adlandırılır. Evrimciler bu benzerlikleri evrime delil gibi göstermeye çalışırlar. Farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerini savunurlar. Fakat evrimcilerin homoloji ile ilgili iddialarının ciddi sayılabilmesi için benzer (homolog) organların, benzer (homolog) DNA şifreleri tarafından kodlanmış olması gerekir. Oysa bu benzer organlar, çoğunlukla çok farklı genetik kodlar (DNA şifreleri) tarafından belirlenmektedir. Bunun yanı sıra, farklı canlıların DNA’larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelmektedirler.

Avustralyalı biyokimya profesörü Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) isimli kitabında homolojinin evrimci yorumunun genetik açmazını şöyle belirtmektedir:

Homolojinin evrimci temeli, belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendiği anlaşıldığında çökmüştür.

Homology
Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin “atası” değildir, diğerinden daha “ilkel” ya da “gelişmiş” de değildir.

Ayrıca, yine söz konusu iddianın ciddi sayılabilmesi için bu benzer yapıların embriyolojik gelişim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki gelişim aşamalarının da birbirlerine paralel olması gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canlıda birbirinden farklıdır.

Genetik ve embriyolojik araştırmalar, Darwin’in “canlıların ortak bir atadan evrimleştiklerinin delili” şeklinde tarif ettiği homoloji kavramının, gerçekte hiçbir şekilde bu tarife delil oluşturmadığını göstermiştir. Bu şekilde bilim, Darwinist tezlerden birinin daha gerçek dışı olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.

Evrimcilerin sadece organlar düzeyinde değil, moleküler düzeyde öne sürdükleri homoloji iddiası da geçersizdir. (bkz. Moleküler homoloji tezi) Birbirine çok benzer ve yakın gibi görünen canlılar arasında dev moleküler farklılıklar vardır. Prof. Michael Denton bu konu ile ilgili şu yorumu yapar:

Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir… Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin “atası” değildir, diğerinden daha “ilkel” ya da “gelişmiş” de değildir… Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı… organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.

Homolog Organ

Yeryüzündeki farklı canlı türlerini inceleyen her insan, bu türler arasında bazı benzer organlar ve özellikler bulunduğunu gözlemleyebilir. 18. yüzyıldan itibaren biyologların dikkatini çeken bu olguyu evrim teorisiyle ilişkilendiren ilk kişi ise, Darwin olmuştur. Darwin, benzer (yani “homolog”) organlara sahip canlıların birbirleriyle evrimsel bir bağlantısı olduğunu ve bu organların ortak bir atanın mirası olması gerektiğini öne sürmüştür.

Oysa homoloji, hiçbir delile dayanmayan, yalnızca dış görünüşlerden yola çıkılarak ortaya atılmış yüzeysel bir varsayımdır. Bu varsayım, Darwin’den günümüze kadar hiçbir somut bulgu tarafından da doğrulanamamıştır. Öncelikle, homolog yapılara sahip canlıların, evrimciler tarafından öne sürülen hayali ortak atalarının fosillerine yeryüzünün hiçbir tabakasında rastlanamamıştır. Ayrıca;

  • 1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel bağ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile ortak homolog organların var olması,
  • 2- Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların genetik şifrelerinin çok farklı olması,
  • 3- Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların embriyolojik gelişim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluşturmadığını göstermiştir.

Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim.

Morfolojik Homoloji İddiasının Geçersizliği

Evrimcilerin homoloji tezi, benzer morfolojilere (yapılara) sahip tüm canlılar arasında evrimsel bir ilişki kurma mantığına dayanır. Oysa, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kuramadıkları türlerin de, birbirlerine çok benzeyen (homolog) organları vardır. Kanat, bunun bir örneğidir. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kuşlarda kanat vardır, sineklerde de kanat vardır, ayrıca geçmişte yaşamış uçan sürüngenler de vardır. Fakat, bu dört farklı sınıf arasında evrimciler bile herhangi bir evrimsel bağ, bir akrabalık kuramamaktadırlar.

Bu konudaki bir diğer çarpıcı örnek de, farklı canlıların gözlerindeki şaşırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örneğin ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. İnsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir ataları olduğunu ise, evrimciler bile iddia edememektedirler.

Sol resim: 1.Retina, 2.Kasıcı kaslar, 3.Lens, 4.Kornea, 5.İris, 6.Lens, 7.Optik sinirler
Sağ resim: 1.Retina, 2.İris, 3.Kasıcı kaslar, 4.Lens
Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya attığı hayali “hayat ağacı”na göre insana en uzak canlılardan biridir. Ancak ahtapot gözü (solda) ile insan gözü (sağda) tamamen aynı yapıya sahiptir. Bu durum, benzer yapıların evrime delil olmadığının göstergelerinden biridir.

Bu durum karşısında, evrimciler bu organların “homolog” (yani ortak bir atadan gelen) organlar değil, “analog” (aralarında evrimsel ilişki olmadığı halde birbirine çok benzeyen) organlar olduğunu söylerler. Örneğin insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrim teorisinin ön kabullerine göre cevaplanır. Bu ise, benzerliklere dayalı evrimci iddianın bilimsel bir yönü olmadığını göstermektedir. Evrimcilerin tek yaptığı, önceden doğru saydıkları evrim dogmasına göre, karşılarına çıkan bulguları yorumlamaya çalışmaktan ibarettir.

Oysa ortaya koydukları yorum da son derece tutarsızdır. Çünkü “analog” saymak zorunda kaldıkları organlar kimi zaman, olağanüstü derecede kompleks yapılarına rağmen birbirlerine o denli benzerdir ki, bu benzerliğin rastlantısal mutasyonlar sayesinde sağlandığını öne sürmek büyük bir mantıksızlıktır. Eğer ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia ettikleri gibi tamamen tesadüfen ortaya çıkmışsa, nasıl olur da omurgalı gözü de tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarak ortaya çıkabilir? Bu soruyu düşünmekten “başı ağrıyan” ünlü evrimci Frank Salisbury şöyle yazmaktadır:

Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır.

Evrimci teoriye göre, kanatlar da birbirinden bağımsız olarak dört kez “tesadüfen” ortaya çıkmıştır: Böceklerde, uçan sürüngenlerde, kuşlarda ve uçan memelilerde (yarasada). Doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmalarıyla açıklanamayan kanatların dört kez ayrı ayrı oluşmaları, hem de bu oluşan kanatların birbirine benzer yapılar sergilemeleri, evrimci biyologlar için bir başka baş ağrısı nedeni oluşturur.

Başta kangurular olmak üzere Avustralya kıtasında yaşayan memeli canlıların hepsi “keseliler” sınıflamasına dahildir. Evrimcilere göre, dünyanın diğer bölgelerindeki plasentalı memelilerle hiçbir evrimsel ilişkileri yoktur.

Bu konuda evrimci tezi çıkmaza sürükleyen en somut örneklerden biri de, memeli canlılarda ortaya çıkar. Çağdaş biyolojinin ortak kabulüne göre, tüm memeliler üç temel kategoriye ayrılır; plasentalılar, keseliler (marsupials) ve monotreme’ler (yumurta ile üreyen memeliler). Evrimciler, bu ayrımın memelilerin henüz ilk başlangıcında doğduğunu ve her üç kategorinin birbirlerinden tamamen bağımsız olarak ayrı birer evrim tarihi yaşadığını varsayarlar. Ancak ne ilginçtir ki, plasentalılar ve keseliler arasında birbirlerinin neredeyse aynı olan “çiftler” vardır. Keseli kurtlar, kediler, sincaplar, karınca yiyenler, köstebekler ve fareler, hem plasentalılar kategorisinde hem de keseliler kategorisinde birbirlerine çok benzer yapılarıyla bulunmaktadır.284 Yani evrim teorisine göre, birbirlerinden tamamen bağımsız mutasyonların, bu canlıları ikişer kez “tesadüfen” üretmiş olmaları gerekmektedir! Bu gerçek, evrimciler açısından baş ağrısının çok ötesinde sıkıntılara neden olacak bir sorundur.

Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki ilginç benzerliklerden biri, Kuzey Amerika kurdu ile Tazmanya kurdu arasındadır. Bu canlılardan ilki plasentalılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasına dahildir. Evrimci biyologlar, bu iki farklı canlı türünün tamamen ayrı birer evrim tarihine sahip olduklarına inanırlar.285(Avustralya kıtasının ve çevresindeki adaların Antartika’dan ayrılmasından itibaren, keseli ve plasentalı memelilerin ilişkilerinin kesildiği varsayılır ve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.) Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdunun iskelet yapılarının neredeyse tamamen aynı olmasıdır. Özellikle kafatasları, arka sayfadaki şekilde görüldüğü gibi, birbirlerine olağanüstü derecede benzerdir.

Homolojiye Meydan Okuyan Memeliler

Dev Dişlere Sahip İki İlgisiz Memeli

Plesantalı ve keseli memeliler arasındaki olağanüstü derecede benzer “ikiz” türlerin bulunması, homoloji iddiasına çok büyük bir darbedir. Örneğin, her ikisi de dev öndişlere sahip birer memeli olan Smilodon (sağda) ve Thylacosmilus’dur. (solda) Aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan bu canlıların kafatası ve diş yapılarının olağanüstü derecede benzer oluşu, benzer yapıların evrime delil oluşturduğu yönündeki homoloji iddiasını yine açmaza sokmaktadır.

Evrimci biyologların “homoloji” örneği olarak kabul edemedikleri bu gibi olağanüstü benzerlikler, benzer organların, ortak atadan evrimleşme tezine delil oluşturmadığını göstermektedir. Daha da ilginç olan, bazı canlılarda da bunun tam tersi bir durumun gözlemlenmesidir. Yani evrimciler tarafından çok yakın akraba sayıldıkları halde, bazı organları tamamen farklı yapılara sahip canlılar vardır. Örneğin kabuklular sınıfındaki türlerin çok büyük bölümünde, “kırılma tipi” mercekli göz yapısı vardır. Kabukluların sadece iki türü, ıstakoz ve karideste ise, bu göz yapısından tamamen farklı olan “yansıtma tipi” aynalı göz bulunur.

Darwin’in “canlıların ortak bir atadan evrimleştiklerinin delili” şeklinde tarif ettiği homoloji kavramının, gerçekte hiçbir şekilde bu tarife delil oluşturmadığını göstermektedir. Homoloji, yüzeysel bir bakışla “ikna edici” gibi görünen, ama kapsamlı olarak incelendiğinde tutarsızlığı açıkça ortaya çıkan evrimci bir yanılgıdır.

Konuyla alakalı diğer yazılarımızın linkleri;